İMÂM-I RABBÂNÎNIN YÜKSEK EVLÂDLARI "Kaddesallahü teâlâ ervâhehüm"

1.   Muhammed Sâdık "kuddise sirruh":

İmâmın "kuddise sirruh" büyük oğludur. Hicrî bin senesinde dünyâya geldi. İmâm-ı Rabbânînin, Hâce Bâkî billahın sohbetine kavuşduğu zemân, henüz sekiz yaşında idi. Bunu da berâber götürmüşdü. Dahâ o zemân, Hâce Bâkî billahın nazârlarına kavuşmusdu. Teveccühlerinin bereketi ile, bu küçük yaşda hâllere, kendinden geçmelere, inanılamayacak vâridâta erişdi. Keşf, zevk, kendinden geçme, nûrların içine dalmak, o kadar oldu ki, (Muhammed Sâdıka, pazardan yiyecek alın [biraz şübheli olduğu için]. Böylece, hâllerin istilâsı biraz azalsın!) buyurdu. Aklî ve naklî ilmlerin çogunu, babasının huzûrunda tahsîl eyledi.

Onsekiz yaşında zâhirî ilmleri bitirip, dikkat ve metânet ile ders okutmağa başladı. Babası "kuddise sirruh", kendisine gönderdiği bir mektûbda şöyle yazdılar: (Mektûbunuzdan, Vilâyet-i hâssa-i Muhammediyye "sallallahü aleyhi ve sellem" ile münâsebetiniz olduğu anlaşıldı. Bunun için, Allahü teâlâya şükr etdim. Çünki, bir müddetden beri, arzûm bu se'âdete kavuşmanızdı. Birgün, bu devlete yükselmeniz için, size teveccüh eyledim. Tesâdüfen sizi Vilâyet-i Mûsevîde buldum. Oradan ilerletildiniz. Vilâyet-i Muhammediyyeye dâhil oldunuz. Bunun için, Allahü teâlâya hamd ederim.)

Mubârek babası, bu oğlu hakkında buyurdu ki: (Azîz oğlum Muhammed Sâdık "rahmetullahi aleyh", bu fakîrin ma'rifetlerinin mecmû'ası oldu. Cezbe ve Sülûk makâmlarını geride bırakdı. Oğlum, ince, yüksek, gizli ma'rifetlerimin mahremlerindendir. Hatâdan, yanılmakdan mahfûzdur).

Yirmidört yaşına gelince, bulunduğu yere vebâ hastalığı yayıldı. Birçok insanlar, tâ'ûn (vebâ) hastalığından öldü. Mubârek babası, bu belânın kaldırılması için, teveccüh eyledi. Anlaşıldı ki, yağlı bir lokma istiyor. Bu oğlu, kazâya rızâ gösterip kendini Allahın kulları olan insanlar için, fedâ eyledi. 1025 [m. 1615] senesi, Rebî'ul-evvelin dokuzuncu günü vefât eyledi. Vebâ hastalığı da geçdi.

Büyüklerden biri, rü'yâda gördü ki, bir ses, (Muhammed Sâdık ismini bir kâğıda yazıp, suda eritip yâhud su ile ıslatıp içen bir hasta, vebâdan kurtulur) diyordu. Bu haber memlekete yayıldı. Tâ'ûna yakalananlar böyle yapdı, şifâ buldular. Hattâ, mezârının toprağı bile, bu hastalığa fâideli oldu. İmâm-ı Rabbânî, bu oğlunun vefâtına çok üzüldü. Bir mektûbunda şöyle buyurdu: (Merhûm oğlumun vefâtı çok büyük bir musîbet oldu. O, Allahü teâlânın âyetlerinden, işâretlerinden bir âyet, bir işâret idi. Âlemlerin Rabbinin rahmetlerinden bir rahmet idi. Onun bu yirmidört sene içinde zâhir ve bâtın ilmlerinden elde etdiğini, pekaz kimseler bulabilmişdir).

Dâimâ hudû' ve huşû' üzere olup, kendini aşağı ve kusûrlu görürdü. Allahü teâlâya inleyerek yalvarırdı. (Evliyâdan herbiri, Allahü teâlâdan birşey istemişdir. Ben tazarru' ve ilticâyı istedim)buyurdu.

2.   Hâce Muhammed Sa'îd "kuddise sirruh":

Hicrî binbeş senesinde tevellüd etdi. Binyetmiş 1070 [m. 1659] senesi Cemâzil-âhır ayının yirmiyedinci günü vefât eyledi. Hâce Muhammed Bâkîbillah "kuddise sirruh" zemânında yaşı küçük idi. Görünüşde, huzûrlarına kavuşmadı. Fekat, Hâce: (Muhammed Sa'îd öyle bir kimsedir ki, benden gâibâne bir yolla nisbet almışdır) buyurdu. Zâhirî ve bâtınî kemâlâta yüksek babalarının huzûrunda kavuşdu. Onyedi yaşında, aklî ve naklî ilmleri ikmâl eyledi. Yüksek babası gibi, tâm âmil, takvâ ile süslü, sünnete tâm tâbi' olup azîmet ile amel ederdi. Tatlı sözlü ve alçak gönüllü idi. Dünyâya hiç kıymet vermezdi. Hadîs ilminde sened olup, çok yüksek rütbe sâhibi idi. Fıkhda ise, tâm bir mesned idi. İmâm-ı Rabbânî, fıkh bilgileri üzerinde bir mes'eleyi araşdırmak isteyince, bu oğlundan sorardı. Verdiği doğru ve sağlam cevâblardan çok hoşlanırdı. Ona düâ ederlerdi. Babasının yüksek huzûrunda, kemâl ve tekmîl mertebelerine ulaşdı. Icâzet alıp, tâlibleri irşâd etmesi emr olundu. Âhıret işlerinde olduğu gibi, dünyâ işlerinde de, tedbirli ve ileri görüşlü idi. Şöyle ki, İmâm-ı Rabbânî "kuddise sirruh", birçok işlerde, onunla meşveret ederdi. Bâtınî ilmlerde yüksek babasının enîsi idi. Kendisine bildirilen esrârdan, pekaz kimseye bahs edilirdi. Vücûdü hasta olanlar, ondan şifâ arar, kalbi hasta olanlar, onun tasarrufu ile cem'iyyet ve huzûra kavuşurdu. Peygamber efendimizin "aleyhisselâm" vârislerinden olan Behâüddîn-i Buhârînin "kuddise sirruh", (Biz Allahü teâlânın fadlına, ihsânına kavuşduk) sözü, onun hâline uygun idi. İmâm-ı Rabbânî "kaddesallahü teâlâ sirrehül'azîz" buyurdu ki: (Muhammed Sa'îd, ulemâ-i râsihîndendir. Muhammed Sa'îd, sâbikûndandır. Muhammed Sa'îd, Allahü teâlânın halîlidir. Benden alınan Hullet makâmı ona verildi. Muhammed Sa'îd, Allahü teâlânın rahmet hazînesidir. Yarın kıyâmet günü, rahmet hazînelerinin taksîmi ona verilir. Şefâ'at makâmından büyük payı vardır.

Muhammed Sa'îd, nefy dâiresini Ibrâhîm "aleyhisselâm" gibi geçdi. Şimdi isbâtda benimle müşterekdir. Birgün, Muhammed Sa'îdin Cennete girmek için, Sırât köprüsü üzerinde sür'atle koşduğunu gördüm).

Büyüklüğüne; (Bugün, benim nisbetim, Müceddidin nisbeti gibidir) sözü yetişir. (Mektûbât) isminde bir cild kitâbı vardır. Bu kitâb, mubârek kalbine akıtılmış olan ince ve gizli ilmlerle doludur. Bir kadın yaşlanmışdı. Çocuğu olmuyordu. Gelip, bana bir çocuk vermesi için Allahü teâlâya düâ edin, sizin düânız makbûldür, dedi. Teveccüh eyledi. Sonra, (Allahü teâlâ, sana bir erkek çocuk verecek) buyurdu. Hakîkaten öyle oldu. Bir kimsenin oğlu ölmek üzere idi. Ağlıyarak, inleyerek, huzûruna gelip: (Hazret-i Îsâ "aleyhisselâm" ölüleri diriltirdi. Siz de Peygamberlerin vârisisiniz. Oğlumun hâline bir teveccüh buyurun) diye yalvardı. Hiç cevâb vermedi. Biraz sonra: (Oğlunun çıkmış cânı geri geldi, dirildi ve sağlamlaşdı) buyurdu. Adam evine gelince, oğlunu sağlam ve neş'eli buldu.

3.   Hâce Muhammed Ma'sûm "kuddise sirruh":

İmâm-ı Ma'sûm, Urve-tül-vüskâ ve Dînin kuvvetlendiricisi ismleri ile meşhûrdur. İmâmın üçüncü oğludur. Binyedi [1007] senesinde dünyâya geldi ve binyetmişdokuz 1079 [m. 1668] senesi Rebî'ul-evvel ayının dokuzuncu günü vefât eyledi. İmâm-ı Rabbânî "rahmetullahi teâlâ aleyh" buyurdu ki, Muhammed Ma'sûmun doğumu çok bereketli oldu. Onun doğduğu sene yüksek hocamın kapısının eşiğini öpmek şerefine nâil oldum ve bu ilm ve ma'rifetler zuhûra geldi.

Dahâ üç yaşında iken, tevhîd kelimeleri söyledi ve derdi ki, ben toprağım, ben göküm, ben suyum, ben buyum, şu dıvâr Hakdır, şu agaç Hakdır. Kur'ân-ı kerîmi üç ayda ezberledi. Onaltı yaşında aklî ve naklî ilmleri bitirdi. Talebeye ilm öğretmekle meşğul oldu. Ilm tahsîl ederken, onbir yaşında zikr ve murâkabe yolunu yüksek babasından aldı. Bundan sonra, nelere ve nelere kavuşdu. İmâm-ı Rabbânî bunun hakkında; (Bu oğlumun bizzat Vilâyet-i Muhammediyyeye "aleyhisselâm" isti'dâdı vardır. Muhammed-ül-meşrebdir ve mahbûblardandır. Bizim nisbetimizi elde etmekde, oğlum Ma'sûmun hâli, dedesinin yazdığı bütün kitâbları ezberliyen (Şerh-ı Vikâye) kitâbı sâhibinin hâline benzer) buyurdu.

Seyr ve sülûklerindeki ve makâmları aşmalarındaki sür'ati ve vâsıl olduğu makâmlar, eğer anlatılırsa, korkarım ki, kendini yakın bilenler uzağa kaçar. Vâsıl oldum sananlar, ayrılık yolunda koşarlar.

Hâllere, yüksek makâmlara, eşsiz vâridâta ve kemâllere kavuşunca, mubârek babası kendisine mutlak icâzet verdi. Bu oğlu da, zâhir ve bâtın ilmlerinde, adım adım yüksek babasını ta'kîb eyledi. Keşfleri çok doğru ve çok kuvvetli olup, uzak memleketlerdeki talebesinin vilâyetin hangi mertebesinde olduğunu ve meşrebinin nasıl olduğunu haber verirdi.

Birgün, yüksek babasının "kuddise sirruh" huzûrunda: (Ben, kendimi cihânı aydınlatan bir nûr görüyorum) buyurdu. İmâm-ı Rabbânî "kaddesallahü teâlâ sirrehül'azîz": (Ey oğlum, Sen kendi zemânının kutbu olacaksın. Şu sözümü unutma!) buyurdu. Dahâ sonra, yüksek babalarından, vefâtına yakın alınan (Kayyûmluk) makâmı bu oğluna verildi. Böylece, (Kayyûm-i zemân) ve (Kutb-i devrân) oldu. İmâm-ı Rabbânî, bu oğluna: (Benim bu dünyâ ile ilgim, kayyûmluk sebebi ile idi. Şimdi bunu, sana verdiler. Bütün kâinat, tâm bir şevk ile, yüzünü sana çevirdi. Benim âhırete intikâlim yaklaşdı) buyurdu. Yine buyurdu ki: (Sende asâletden bir pay görünüyor. Senin yaratılış hamurunun mayasına, Peygamber efendimizin "aleyhisselâm" hamuru yoğurulurken artan kısmından bir parça koydular). Bir kerre de: (Bu oğlum sâbikûndandır) buyurdu. Velhâsıl, mubârek vücûdu, yüksek babası gibi, Allahü teâlânın âyetlerinden, işâretlerinden büyük bir âyet ve işâret idi. Karanlık cihân, onların bereketi ile aydınlandı. Derin esrârı ve ma'rifetleri bildiren mektûbları üç cild hâlinde toplandı. Yüksek babasının mektûblarından anlaşılamıyan yerleri, yine fârisî olarak, îzâh etdi. Gizli birşey bırakmadı. Mektûbâtı 1340 [m. 1922] de yeniden yazılıp, 1395 [m. 1985] de Pâkistânda nefîs olarak basdırılmışdır.

Kerâmetleri sayılamıyacak kadar çokdur. Vefâtlarına bir gün kala, Serhendde ve yakın şehrlerde, her evin kapısında gizli bir ses duyuldu: (Yarın Kayyûm-i zemân Muhammed Ma'sûm vefât edecek, görmek isteyenler acele etsin!) diyordu.

1068 [m. 1658] senesinde, Kâ'be-i mu'azzamayı ve Ravdat-ül mütahherayı ziyâretleri esnâsında hâsıl olan vâridât ve hâlleri (Elyevâkit) isminde bir kitâb hâlinde basılmışdır. Kâ'be-i mu'azzamanın hakîkatinin, kendisine iltifât eylemesi, Resûlullah efendimizle "aleyhisselâm" olan konuşmaları, çeşid çeşid ikrâmlara, yeni yeni makâmlara, o huzûrda kavuşmaları, ne tatlı hâller, ne güzel sözlerdir.

Talebeleri ve Onlardan istifâde edenler, sayılamıyacak kadar çokdur. Te'sîrli teveccühünden hâsıl olan feyz ve kemâller, yüksekliğini gösteren, en güzel delîldir. Dokuzyüzbin kimsenin ona talebe olmak se'âdetine kavuşduğu söylenir. Yedibin talebesine icâzet verdi. Huzûrunda bir tâlib bir haftada Fenâ-i kalbî makamına ve bir ayda vilâyetin kemâlâtına kavuşurdu. Ba'zılarını, bir teveccühde bütün makâmlara kavuşdururdu. Oğullarının altısı  da kutbluk mertebesi ile şereflendiler. Cihânı nûr ile doldurdular. Zâten yüksek babaları, kendisine: (Senin ogulların, benim gibi olurlar) buyurmuşdu.

 Muhammed Ma'sûm "rahmetullahi teâlâ aleyh" hazretlerinin altı oğlu, beş kızı vardır.

4.   İmâm-ı Rabbânînin oğullarından Muhammed Ferrûh  

Dahâ çok küçük iken feyz ve nûrlara kavuşmuş, onbir yaşında, büyük ağabeğleri Muhammed Sâdık ile "kuddise sirruhüm" aynı günde vebâ hastalığından 1024 (m. 1615) senesinde vefât eylediler "rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma'în"

5.   İmâm-ı Rabbânînin oğullarından Muhammed Îsâ 

İsmi, Îsâ aleyhisselâmın ismine izâfeten Îsâ konmuşdur. Birgün İmâm-ı Rabbânî hazretleri "Tâhâ" sûresini dinliyordu. Buyurdu ki: "Îsâ aleyhisselâmı gördüm. Meclisimizde idi. Bana; "Senin bir çocuğun dünyâya gelecek. İsmini benim ismimden koyunuz" dedi. Doğunca ismini Muhammed Îsâ koydular. Dört yaşına gelince hârikaları, kerâmetleri görülmeye başladı. Bu oğlu da Muhammed Ferrûh ile aynı gün tâ'ûn hastalığından vefât etdi.

Vebâ (tâ'ûn) hastalığının yaygın olduğu günlerde, iki oğlu Muhammed Ferrûh ve Muhammed Îsâ hastalandılar. İmâm-ı Rabbânî hazretleri bu iki kardeşi birbirinden ayrı yerlerde yatırın dedi. Muhammed Ferrûhu cemâ'athâne odasında, Muhammed Îsâyı ise, içerideki odada yatırdılar. Muhammed Îsâ vefât etdi. "Muhammed Ferrûh da ağırdır. Kardeşinin vefâtını ona haber vermeyelim" dediler. Bu sırada Muhammed Ferrûh; "Ey kardeşim, vefâsızlık etdin, benden evvel gitdin" dedi. Mevlânâ Abdülhay orada idi. "Bâbâ, kime söylüyorsun?" dedi. "Muhammed Îsâya söylüyorum. Ahırete gitmede benden evvel davrandı" cevâbını verdi. Mevlânâ Abdülhay, "Muhammed Îsâ içerideki odadadır. Onun vefât etdiğini nereden bildin?" deyince, Muhammed Ferrûh; "Meleklerin onu gasl etdiklerini görüyorum" dedi. Aynı gün akşam Muhammed Ferrûh da vefât etdi.

İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mevlânâ Sâlihe gönderdiği bir mektûbda (Birinci cild, 306.cı mektûb), tâ'ûn hastalığından küçük yaşta vefât eden oğulları için kısaca şöyle yazıyor: "Kardeşim Molla Sâlih! Serhendde bulunanların başına gelenleri dinle! Büyük oğlum Muhammed Sâdık "rahmetullahi aleyh", iki küçük kardeşi Muhammed Ferrûh ve Muhammed Îsâ birlikte âhırete gitdiler. "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci'ûn." Allahü teâlâya sonsuz hamd olsun ki, önce geride kalanlara sabr etmek gücünü ihsân eyledi. Bundan sonra bu belâdan râzı olmayı nasîb eyledi. Beyt:

 

"Beni incitsen de, yüz dönmem yine,
Sabretmek tatlı olur sevgili elemine."

Küçük yaşında vefât eden ve bu yaşta çok kerâmet ve hârikaları görünen Muhammed Îsâdan ne bildireyim! Her üçü de, nefis birer cevher idiler. Bize emânet verilmişlerdi. Allahü teâlâya hamd olsun ki, bu emânetleri râzı olarak sâhibine teslîm eyledik. Yâ Rabbî! Peygamberlerin efendisi hürmetine, bizi onların sevâbından mahrûm bırakma! Onlardan sonra bizleri fitneye düşürme!"

6.   Muhammed Eşref: İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin oğullarından olup, babasının sağlığında, süt emmekde iken vefât etdi.

7.   En küçük oğlu, Muhammed Yahyâdır "kuddise sirruh":

1025 senesinde tevellüd etdi. Dahâ dokuz yaşında iken Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. O sene de hazret-i İmâm "rahmetullahi teâlâ aleyh" vefât eyledi. Bu oğluna da, çok merhametli ve şefkatli idi. Kur'ân-ı kerîmi ezberledikden sonra, arabî ilmler okudu. Aklî ve naklî ilmlerin çoğunu ağabeğlerinden tahsîl etdi. Yirmi yaşında, aklî ve naklî ilmleri bitirdi. Hadîs ilminde sened oldu. Fıkh ilminde de tâm bir mesned idi. Dünyâya gelmeden önce, yüksek babasına, (Biz seni, ismi Yahyâ olan bir oğul ile müjdeleriz) âyet-i kerîmesi ilhâm edildi. Bunun için, bu oğlunun ismini Yahyâ koydu. Tarîkat-i Ahmediyye makâmlarını, ağabeğlerinden aldı. Zemânın hükümdarı olan Muhammed Âlemgîr Evreng-i Zîb, huzûruna gelir, istifâde ederdi. Iki def'a hacca gitdi. 1098 senesinde vefât etdi.

İmâm-ı Rabbânî hazretleri, dâimâ bu vilâyetin gözbebeğinin yaradılışının ve kabiliyyetinin yüksekliğinden bahs ederlerdi.. Dahâ çok küçük yaşta, kendisinde ilm tahsîline karşı öyle bir rağbet ve muhabbet görülüyordu ki, üstâdına yaptığı râbıtalar ve bu esnadaki müşâhedeler, hiç bir çocukta görülmüş ve duyulmuş değildir. İmâm-ı Rabbânî, Ecmîr seferinden dönerken, hizmetçilerinden birkaçı, Şâh Muhammed Yahyâyı, hazret-i İmâmı karşılamak için, iki üç konak ileriye götürdüler. Hazret-i İmâmın huzûruna geldi. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, dört gün sonra Serhende geleceklerini söyledi. Oğlu Serhende dönmek için, babasından izin istedi. İmâm-ı Rabbânî hazretleri; "Dönmek için niçin bu kadar acele ediyorsun. Yoksa bizi özlemedin mi?" buyurdu. "Burada kalırsam derslerim kalır ve filân arkadaşım beni geçer. Bunu istemem. Hocamı da özledim" dedi. İmâm-ı Rabbânî hazretleri çok memnûn oldu ve; "Evet, ne için böyle olmasın ki, âlimler tabakasındandır, sâlihler ve hâfızlar hânedânındandır" buyurdu ve izn verdi.

Şâh Muhammed Yahyâ babasının vefâtından sonra, yüksek ağabeğlerinin bereketli terbiyeleri ile, aklî ve naklî ilimleri temâmen öğrendi. Tam bir kuvvet ve kudretle ilm kürsüsüne oturup, en zor kitâblardan ders okutmağa başladı. Allahdan başka herşeyden vaz geçip, lüzûmsuz hiçbir şey yapmayıp, vaktlerinin kıymetini bilip, sünnet-i seniyyeye uyup, bu büyükler yoluna tam riâyet edip, bu yolda devâm etdi. Öyle ki, temizliğin ve ma'nevî nisbetin vârisliği, temiz alnından belli olurdu. Boyu, gözleri, kaşları, yürüyüşü, yüksek babasına çok benzerdi. Makbûl ve sevgili olmasının alâmetlerinden biri de, Hâce Bâkî-billah'ın büyük oğlu Hâce Muhammed Abdüllahın kızının, bu vilâyet sedefinin nikâhı altına girmesidir. 1037 (m. 1627) senesinde onbeş yaşında idi ve "Mutavvel" okuyordu.

Zâhirî ilmlerden sonra, yüksek ağabeğlerinin yanında tesavvuf yolunda ilerledi. Kemâl ve ikmâl derecelerine kavuşup, mürşid-i kâmil-i mükemmil oldu. Yüksek keşf ve ma'rifetler sâhibi oldu. Bir kısmını kalem dili ile, hazret-i Urvet-ül-Vüskâ İmâm Ma'sûma arz etdi, doğruluklarını sordu. Mektûbât-ı Ma'sûmîde bunlar vardır.

Yüksek ağabeğleri, Haremeyni şerîfeyni ziyârete gidince, bu da onlarla beraberdi. O mubârek yerlerin feyz ve nûrlarından çok nasîb aldı. 1098 (m. 1687)'de vefât etdi. Tegannînin harâm olduğuna dâir bir risâlesi vardır. (Tegannî; Kur'ân-ı kerîmi ve ezânı, hareke veya harf katacak veya harfleri değiştirecek şekilde, müzik perdelerine uyarak okumakdır.)

Şâh Muhammed Yahyânın iki oğlu kaldı. Biri Şeyh Ziyâeddîn, diğeri Şeyh Fakîrullah idi. Bunların ikisi de zâhir ve bâtın kemâllerine kavuşmuşlardı. Mektûblarından birkaçı Gülşen-i Vahdetde vardır.

     Kerîmeleri :

1.   Ümmü Gülsüm:

 

İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin kerîmesi, kızı olup, iffet hazînesi idi. İmâm-ı Rabbânî hazretleri birgün çocukları ile evde oturuyorlardı. Kerîmeleri Ümmü Gülsüm o zaman yedi yaşında idi. Odaya girdi ve annesine; "Vah vah! Siz Allahdan gâfil hâlde oturuyorsunuz" dedi. İmâm-ı Rabbânî hazretleri ona; "Bîbî! Sen Allahü teâlâyı unutmamak hâlini nereden aldın?" buyurdu. "Siz perde arkasından, filân hanıma zikr telkîn ediyordunuz. Ben de perde arkasında olan o hanımefendinin yanında idim. O günden beri benim kalbim zikr ediyor. Dâimâ, Allah Allah diyor. Allahü teâlâyı bir ân unutmuyorum. Aynı zemânda kalblerde olanları da biliyorum. Kimi görsem, kalbindekini bilirim" dedi. Kardeşlerinden birgün sonra, ya'nî Rebî'ul-evvelin sekizinci günü, o da vefât etdi.

2.   İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin bu kızından başka iki kızı dahâ vardı. Bunlardan biri, babasının sağlığında vefât etdi.

3.    Diğeri de, Kâdı Abdülkâdirle evlendi.